2019-09-25

SULTAN II. ABDÜLHAMİD DÖNEMİNDE DIŞ POLİTİKA

Osmanlı Tarihi,31 Mart ayaklanması

   1.Giriş: Sultan II. Abdülhamid’in tahta geçtiği dönem içerisinde İmparatorluk sıkıntılı bir süreçten geçmekteydi. Balkanlarda vuku bulan isyanlar siyasi ortamı kızıştırmış olaya Avrupalı devletlerde dahil olup konun çözümü için Tersane konferansını toplamışlardı. Ancak bu toplantıdan bir sonuç alınamamış akabinde Osmanlı Rusya ile savaşa girmiş
ve ağır bir yenilgi almıştır.Genel olarak bakıldığı zaman ülke tam anlamıyla bir istikrarsızlık içindeydi.Siyasi askeri sosyal pek çok alanda hareketlilik meydana geliyordu. Tanzimat reformcularının bu dönemde yerini yeni Osmanlıcılar adı verilen muhalefet grubuna bıraktığını görüyoruz bununla birlikte devletin mali yapısınında zor bir durumda olduğu ve dış borçların ülke ekonomisinin damarlarını tıkama noktasına getirdiği görülmekte. İşte böyle buhranlı bir dönem içerisinde II. Abdülhamid’in güçlü stratejisi ve siyasi dehası ve ayriyeten yabancı devletlere karşı izlediği politikalar dört bir yandan kuşatılan ve dağılmakta olan Osmanlı devletinin kolay lokma olmamasında önemli bir etkendir. 
                
           ABDÜLHAMİT DÖNEMİ DEVLET İDARE USULÜ                                      
Abdülhamit in anlaşılması zor karakteri devlet yönetim tarzının başlıca belirleyici noktalarındandır. Şüpheci ve herkese güvenmeyen bir yapıya sahip olması attığı adımları etkileyen diğer başka etkenlerdi. Abdülhamid’in siyasi görünümü için dört unsurdan bahsetmek mümkündür istibdat muhafazakarlık ıslahatçılık ve İslamcılık. Bu dört unsur çöküşün eşiğine gelen devletin kurtuluşu için azimli olma noktalarında birleşiyordu. İstibdadın hâkim olması böylesine zorlu bir süreçten geçen siyasi bir karmaşanın hâkim olduğu ortamda kaçınılmaz gözükmektedir. Ayrıca bu dönemde önemli modernleşme hamleleri yapılarak cumhuriyet dönemininde alt yapısı oluşturulmuştur. II. Meşrutiyet ilan edilene kadar bu süreç devam etmiştir. II. Abdülhamit 1880 yılı başlarından itibaren iç ve dış politikada kendi yöntemlerini belirleyerek uygulamaya başlamıştır. Padişah, Yıldız Sarayın da doğrudan kendine bağlı alternatif bir hükümet oluşturmuştur. II. Abdülhamid’ in mutlak monarşi yönetimi süreç içerisinde muhaliflerin ortaya çıkmasına da neden olmuştur. Bu muhalifler batılı ülkelerin desteği ile güçlenmişler ve padişahın otoriter yönetimine karşı bir güç merkezi olmayı başarmışlardır.Sultan devlet idaresinde hiçbir zaman hayalperest olmayıp zamanın gerçeklerine göre hareket etmeye çalışmış İmparatorluğun güçsüzlüğünün farkında olup politikalarını ona göre şekillendirmiştir.


ABDÜLHAMİT  DÖNEMİ DIŞ POLİTİK ANLAYIŞA  GENEL BAKIŞ         
21 Eylül 1842’ de doğdu. Babası Tanzimat Fermanı’nı ilan etmiş olan Sultan Abdülmecit (1839-1861) annesi ise Tir-i Müjgan Kadın Efendi’dir. II. Abdülhamit, Sultan Abdülmecid’in peş peşe Osmanlı tahtına geçen dört oğlundan ikincisidir.Padişahlığının ilk yıllarında Osmanlılar için büyük bir felaketle neticelenen ve Balkanlarda bir çok toprak parçasının kaybedilmesine yol açan Osmanlı-Rus savaşının acı neticelerine katlanmak zorunda kalmıştı. Bundan sonraki dönemde uyguladığı dış politika anlayışında bu savaşın acı neticelerini de göz önünde bulundurarak hareket etmiştir. Padişahın, öncelikli dış politika anlayışı devletin bağımsızlığı ve toprak bütünlüğünü, savunmak olmuştur. Sultan, sadece dışarıdan gelecek askeri saldırılardan değil Mısır ve Hindistan örneklerinde olduğu gibi sonunda bölünmeye kadar gidecek nüfuz bölgelerinin kurulmasına yol açan "barışcıl sızma" stratejlerin den de çekiniyordu. Bu yüzden dış politika anlayışında en belirleyici faktörlerden biri ülkenin savunma problemiydi. Bu güvenlik problemini çözmenin bir yolu da ordunun güçlendirilmesinden geçiyordu.Abdülhamid'e göre, Batılı devletler, Osmanlı devletini harpsiz paylaşmak için Berlin Kongresi'ni toplamışlardı ve Türk delegeleri, kongrede hakaret derecesine varan hitap ve muameleye maruz kalmıştı. Bunun başlıca sebebi de takip edilen yanlış politikalardı. Karar mevkiin de bulunan kişiler devletin belirli bir dış politikası olmadığı için, kendi şahsi görüşlerine göre karar vermekteydiler. Alınan kararlar isabetsiz olduğu takdirde de kusuru halef, selefe ve selef de halefe yüklemekteydi. Sonunda ise Saray, dış politika kararlarının alındığı tek yetkili organ haline gelmişti. Abdülhamid, Saray'da bir bilgi merkezi oluşturdu ve Avrupa ile Amerika'da yayımlanan gazete, dergi, ve kitaplar burada taranır, önemli bilgiler tercüme edilerek padişaha sunulurdu. Dış ülkelerde görevli diplomatlarda raporlarını doğrudan doğruya, Padişaha takdim ederlerdi. Bu merkezde önemli diplomatik konulara dair ayrıntılı dosyalar oluşturulurdu. Sultan, dış siyasetini, Büyük devletler arasındaki rekabetten faydalanmak temeline dayandırmaktaydı. İngiltere ile Fransa'nın, Avrupa ve Ortadoğu'daki menfaatleri Rusya'nın menfaatleriyle çatışmaktaydı. Padişah bu durumu Osmanlı Devleti lehine kullandı ve 1890 yılında Bismarc'ın iktidardan düşmesinden sonra, İmparator II.Wilhelm ile şahsi dostluk kurarak diğer büyük devletlere karşı Almanya'nın desteğini sağladı . II.Abdülhamit, saltanatı boyunca gerek Makedonya'da gerek Doğu Anadolu'da Müslüman olmayan azınlıklar lehine ıslahat yapmayı ısrarla reddetmiş ve Avrupa'nın dikte ettirmek istediği ıslahat uygulandığı takdirde bu bölgelerin özerkliklerine kavuşacaklarını ve bu yöntemle Osmanlı bünyesinden kopacaklarını düşünmüştür . Abdülhamid esasen Osmanlı Devleti için de en büyük tehlikeyi İngiltere olarak görüyordu. İngiltere'nin, Kırım Savaşında olduğu gibi Türklere yardım edeceğini ummuştu. Fakat, Londra, Osmanlı Devleti'ne mühimmat yardımı bile yapmaktan kaçınmıştı. Padişah'a göre İngiltere'nin, Rus sa Rus savaşında Osmanlıyı yalnız bırakmış olması bir politika değişikliğiydi ve artık İngiltere de Osmanlı Devleti'ni, parçalamaya çalışacaktı. Nitekim 1878'de Kıbrıs'ın idaresini ele geçirdiği gibi 1882'de de Mısır'ı, işgal etmişti . Fransa ve İngiltere'yi Mısır'da karşı karşıya getiren Abdülhamid diplomasisi, Mezopotamya ve Basra Körfezi'nde de İngiltere ve Almanya arasındaki rekabeti körüklemeyi bilmişti. Aynı şekilde, Abdülhamid, Tunus ve Libya'da çakışan emelleri olan Fransa ve İtalya'yı da Kuzey Afrika'da birbirine düşürebilmek için her türlü diplomatik girişimden kaçınmamıştı. Nitekim Fransa, 1881'de Tunus'u işgal etmişti. Abdülhamid, küçük Balkan ülkelerini himayesi altında bulunduracak tarzda hareket etmiş, diğer bir Balkan ülkesi olan Yunanistan'a karşı ise tavizsiz davranmıştır. Balkan devletleri arasındaki anlaşmazlıkları canlı tutarak ve hatta körükleyerek politikasının, Balkan yarımadası ayağını uygulamaya çalışıyordu. 93 Harbinde Rusya ile müttefik olarak hareket eden Romenleri, Rusya'dan koparmaya çalışmış ve Besarabya'nın, Ruslar'a, kaptırıldığını hatırlatarak, Romanya'yı bu konuda ikna etmeyi de başarmıştır. Balkanlar'da Rusya'nın saldırgan emellerinin karşısına,Avusturya'yı dikmiş ve bu yolla statükonun korunmasını temenni etmiştir. Ama bununda Rus yayılmasına yeteri kadar engel olamayacağını anlayan, II.Abdülhamid, Petrograd hükümetiyle uzlaşma yoluna gidilmesi taraftarıydı8 . Padişah, Almanya'yı ise Osmanlı Devleti'nin diğer büyük devletlerin karşısında dayanabileceği bir koz olarak gördüğünden bu ülke olan ilişkileri daima canlı tutmaya çalışmıştır. Güney-Doğu-Asya ülkeleri ve Japonya ise Padişah için her zaman dost olarak geçinilmesi gereken ülkeler arasındadır. Rusya'yı Osmanlılarla barış içinde yaşamaya zorlayabilmek içinde Japonya ile bile anlaşmayı düşünmüştür. Abdülhamid'in, politikasının temel taşını, Osmanlı Devleti'nin, toprak bütünlüğü oluşturuyordu ama bunu yaparken de ülkenin bazı vilayetleri için çok hassas davrandığı halde, devletin gücünün uzanmadığı yerler için aynı hassasiyeti göstermemiştir. Çünkü bu dönemde Osmanlı anca kendi varlığını koruma peşindedir. Bundan dolayıdır ki II.Abdülhamid, her zaman barışçı bir dış politikayı tercih etmiştir. Dış politikada da istihbaratın önemini çok iyi bildiği için büyük paralar harcama pahasına güçlü bir istihbarat teşkilatı kurmuştur9 . 93 Harbi arifesinde tahta oturan Padişah, meclisin bu kaçınılmaz olarak onayladığı savaşın ürünü olan anlaşma sonucu Sırbistan, Karadağ ve Romanya'yı, Osmanlıdan bağımsız olarak koparıyor, Bulgaristan ise özerk bir prenslik olarak ayrılıyordu. Bosna-Hersek ve Teselya da Osmanlı hakimiyetinden kopan yerlerdi. Nitekim Girit'te, Yunan harbinin kazanılmasına rağmen, dış güçlerin Osmanlı'yı tarih sahnesinden silme planları arasında önce muhtariyet verilerek kaybedilmişti. Yine Kıbrıs ve Mısır'a İngiltere, Tunus'a da Fransa çökmüş ve Osmanlı Devleti'nin var olma mücadelesi verdiği yıllarda dost-düşman gözüken bütün devletler, Osmanlı coğrafyasından pay almaya çalışmışlardır. Bunda da başı İngiltere ve Rusya olduğu kadar Fransa'nın da çektiğini görüyoruz. Doğu sınırlarımızda Rusya ve İran'a, batıda da Karadağ yapılan sınır düzeltmeleriyle beraber kilometrekare hesabına vurmak, toprak kayıplarının büyüklüğünü anlattığı kadar bu dönemin şartları ve Osmanlı'nın var olma mücadelesini elinde tutmaya çalıştığı toprakları, ne kadar zorlu bir yol olduğunu bize gösterecektir. Sonuç olarak, Balkanlardan, Asya'ya ve Afrika'da Ekvator'a kadar Osmanlılardan söz ettirmek kolay bir iş değildir. Musul petrollerinin iştah kabarttığı bir dönemde, Padişah bu alanı, Hazine-i Hassa'ya geçirip, kendi şahsi malı, haline getirdi. Yine aynı uygulamayı, Filistin içinde görüyoruz, Filistin'e de Yahudi göçünü yasakladığı kadar bu topraklar dışında İmparatorluğun, bütün coğrafyasını da Yahudilere açtı. Musevilere, Avrupa ve dünyada dışlandıkları bir zamanda tarihin bir tecellisi olarak yine, Osmanlı Devleti sahip çıkmıştır. II. Abdülhamid’in saltanatı döneminde yaptığı diplomatik manevraların büyük bir tecrübe ve birikime dayandığı görülmektedir. iktidarda kaldığı yıllık süre içerisinde milletlerin yaşayış tarzlarını, kabiliyetlerini, ihtiyaçlarını ve karakterlerini öğrenmek istemiştir. Yalnızca milletleri değil buna paralel olarak onları idare eden devlet adamlarının mizaçlarını ve amaçlarını öğrenerek bu yönde politikalar geliştirmiştir. II. Abdülhamid, politikanın çözemediği hiçbir şeyin olmadığını inanarak büyük bir kararlılıkla savaştan kaçınmıştır. Ona göre harp çok kötüdür ve hiçbir sorunu çözemediği gibi yeni sorunlar üretir Ulusalcılık çağında, İmparatorlukların ayakta kalmak için büyük savaşlar verdiği bir dönemde 33 yıl tahtta kalıp, Osmanlı'nın elindeki toprakların muhafazasını milli bir görev edinmiş olan, II.Abdülhamid'in, politikalarını ve verdiği mücadeleyi, dönemin şartlarına göre değerlendirip, kilometrekare hesabı yapmadan, elden çıkan toprakları, elde kalan topraklarımızla kıyaslamadan, değerlendirip, anlamaya çalışmayı önemli görüyor.

SONUÇ   II. Abdülhamid Han, taht'ta geçtiğinde bulunduğu yüzyılı da aşan bir sürekli çöküşün mirasını devralmıştı. Üstelik devlet özellikle dış politika ve uluslararası arenada elini kolunu bağlayacak büyük bir mali iflası yaşamıştı. Yüzyılın başlarından beri yayılmacı Avrupa devletleri Osmanlı coğrafyasını nasıl paylaşacaklarının hesaplarını yapmaktaydılar. Yani II.Abdülhamid, Devlet-i Aliyye'yi yönetmek bir kenara var olma mücadelesi verecekti. Devletini ayakta tutmak için çabalamalıydı. O kendine has yöntemlerle bütün bunları yaptı ya da en azından yapmaya çalıştı. Eğitime her zaman önem vermiş ve tam bir Tanzimat padişahı şeklinde hareket etmiştir. Aynı zamanda İslam'ın birleştirici gücünü fiili olmasa da kullanmayı bilmiş gerçekçi hareket ederek, hilafet makamının adından döneminde sıkça söz ettirerek bu makama duyduğu ilgiyi göstermiştir. Gerektiğinde bunu da kullanmasını bilmiştir. Dünyanın neresinde olursa olsun Müslümanlarla samimi bir din teması kurmaya özen göstermiş bunu bir vazife olarak algılamıştır. Sonuçta Osmanlıların tarih sahnesinden silinmek istediği bir dönemde elini kolu bağlanmış bir devletin başına geçmek sanıldığı kadar kolay olmasa gerekir. I.Abdülhamid, dış politika da zaman denge unsurlarını gözeterek hareket etmişti. Zaman ise taviz vermek zorunda kalmış yeri geldiğinde ise şartlar ne olursa olsun en ufak bir taviz bile vermemiştir. Bu da Osmanlı'nın gücünün farkında olduğu kadar gerçekçi bir politika takip ettiğinin göstergesidir. Dış politikada daima devletinin toprak bütünlüğünü gözeterek hareket etmişti. Uyguladığı gerçekçi politikalarla, dış politikada başarılı bir şekilde Osmanlı haklarını savunduğunu söyleyebiliriz ve bu anlamda rahatlıkla başarılı kabul edebiliriz. Lakin alakası olmadığı halde 31 Mart Ayaklanmasından sorumlu tutulmuş ve tahttan indirilmişti.



      KAYNAKÇA

ALKAN, Ender, Bir Padişahın Politik Portresi:Abdülhamit Han DönemiSiyasi Gelişmeleri Ve Osmanlı Dış Politikası, Edirne 2015,s.13

Armağan Mustafa, http://www.mustafaarmagan.com.tr,2011 ATSIZ, Nihal, Abdülhamid Han (Göksultan), http://www.nihal-atsiz.com/page/323,1956

BOLAT, Mahmut, 1876-1914 Arası Osmanlı Devleti Dış Politikasının Genel Bir Değerlendirme, Kırşehir 2014,s.4

BEŞİRLİ, Mehmet, II.Abdülhamid Döneminde Osmanlı Ordusunda Alman Silahları, İstanbul 2014,s.124 ÇELİK,Halil, II.

ÇELİK,Halil, II. Abdülhamit DönemindeYönetimde Değişim, Konya 2015,s.4 
 DİYADİN, Muhammed, II. Abdülhamid ve İttihad-ı İslam,İstanbul 2014,s.2-3  
author

Tarihe sevdalı bir muallim

Merhaba ben HeradotKağan. Tarihi seven bir birey olarak tartışmalı konulardaki araştırma ve bilgilerimi siz değerli okuyucularıma aktarmaktan keyif alacağım TarihMuallimim ’de yazmaya başladım.Yazılarımı sürekli okumak isterseniz TarihMuallimim’ı Facebook, Twitter, E-Mail veya RSS ile takip edebilirsiniz.

1 yorum:

Yorum yazarak bize destek olabilirsiniz...

OSMANLIDA İKTİDAR VE ULEMA İLİŞKİSİ

                                                  1. Giriş:   Osmanlı Devleti, kuruluş döneminden itibaren kendisini, dini yaymaya ad...