1. Giriş: Osmanlı Devleti, kuruluş döneminden itibaren kendisini, dini yaymaya adamış bir İslam Devleti olarak tanımlamıştır. Yöneticilerinin İslam karakteri sonraki yıllarda neredeyse devletle özdeşleşerek devletin din sayesinde ayakta kalabileceği iddiasıyla devletin bekasına hizmet eden bir araca dönüştürülmüştür. Zaman içerisinde tam olarak siyasetle bütünleşen İslam, devletin elinde bir araç haline gelmiş ve bu dönüşümde de en büyük katkıyı ulema sınıfı yapmıştır.
Ulema
Ulema esas olarak medresede yüksek tahsil görerek “icazetname” alan ve toplumsal, dini ve politik alanlarda önemli rol oynayan sosyal bir zümreyi temsil eder. İslam hukukunun yorumcusu ve uygulayıcısı olarak müftülük ve kadılık olmak üzere iki önemli rolü bulunan ulemanın daha kuruluş devrinden itibaren Osmanlı Devleti’nde önemli bir yeri bulunmaktadır. Osmanlı uleması, devletin adalet hizmetleri, yargı ve eğitim görevlerine bakan zümreydi ve 3 önemli görevi vardı. Tedris; eğitim ve öğretime bakan görevliler, kaza; yargılama ve karar verme görevi, ifta; bir durumun şeriata uygun olup olmaması konusunda fetva verme görevidir.
Ulema Sınıfının Oluşumu ve Hiyerarşik Yapısı
Ulemanın yetişmesinin Osmanlı Devletinde yerleşmiş bir usulü vardı Buna göre medrese tahsilini tamamlayan genç aday, müderrislik veya kadılık görevine tayin edilinceye kadar geçen staj dönemine mülazemet denildiği gibi, belirli bir süre müderrislik veya kadılık yapan ulemanın yeniden bu görevlere tayinine kadar olan bekleme dönemine de mülazemet denilirdi Osmanlıda ulema batıda veya İran’da olduğu gibi devlet teşkilatı ve sistemin dışında ayrı bir unsur ve güç olmayıp bizzat sistemin bir parçasıdır. Ulema içerisinde yer alan kişiler, Kadılık, Müderrislik, Kazaskerlik, Nâkibül-Eşraf’lık, Padişah hocalığı, hünkar imamlığı, şeyhülislamlık gibi bir çok görevi yerine getirdiği devletin zaman zaman ihtiyaç duyduğu idari reformlarda da lahiyalar hazırlayarak ıslalahat girişimlerinde bulunarak kamuoyu oluşturup üstlendiği görevi yerine getirmeye çalışmıştır. Şimdi Osmanlının ulema kademesinde görevlere kısaca değinerek hiyerarşik yapısını açıklamaya çalışalım
Kazaskerlik
Osmanlının ilk zamanlarında böyle bir makam yoktu. Sultan I. Murat zamanında bu makam oluşturuldu. 1480 yılında kadar sayısı bir taneydi. Bu tarihten sonra Anadolu ve Rumeli Kazaskerliği olmak üzere sayısı ikiye çıktı. Kazaskerle bu tarihlerde ulema sınıfının yani müderris ve kadıların en büyük makamıydı. Osmanlı devletinin askeriye sınıfına ait dava, veraset gibi hukuki durumları kazasker tarafından görülürdü. Kazaskerler Divan-ı Hümayun üyesi olup divana gelen kendilerine ait davaları çözümlerlerdi ve haftanın bazı günlerinde kendi evlerinde de divan kurup kendilerine havale edilen hukuki ve şeri işlere bakarlardı. Rumeli kazaskeri, Anadolu kazaskerinden üstündü. Padişah sefere giderse kazaskerde sefere katılır, padişah sefere çıkmazsa kazaskerde sefere çıkmaz. Yerine “ordu kadısı” denilen görevliler giderdi. Kazaskerliğe yükselebilmek için 16. yy ortalarına kadar belirli bir kural yoktu. Örnek olarak Ebussuud Efendi, İstanbul kadılığından Rumeli kazaskerliğine getirilmiştir. Fakat bu dönemden sonra İstanbul veya Edirne kadılıkların dan, Anadolu kazaskerliğine geçmek kanun olmuştur. Rumeli kazaskerliğine ise Anadolu kazaskeri veya daha önce bu işi yapmış kişi getirilirdi.
Kadı
Osmanlı Devletinde mahkemede hâkimlik, aynı zamanda şehir ve kasabaların belediye işleriyle, bugünkü noterlik işlerini yapan hükümetin mahalli herhangi bir iş hakkında fermanlarını infaz ve tatbikinde yetkili olan kimseye kadı denilirdi.
Osmanlı Devletinin kuruluş döneminde en büyük kadılık İznik ve Bursa kadılığı olup daha sonra ele geçirilen yerlerde ise ikinci ve üçüncü dereceli kadılıklar kurulmuştur. Kadıların dereceleri şunlardır:
Nahiye kadılıkları
Kaza kadılıkları
Sancak kadılıkları
Eyalet kadılıkları
Taht kadılığı
Bir kadılığa birkaç kişi talip olursa bunlar arasında sınav yapılırdı. Kadıların hizmet süreleri derecelerine göre değişirdi. Süresi dolan kadılık boşalmış sayılır, yerine sıra bekleyen kişilerden en kıdemlisi tayin edilirdi. Osmanlılarda kadı tayininde ilk İslam devletlerindeki usule uyulmuştur.
Müderrislik
Medreselerdeki dersleri bitirerek mezun olan bu kişi mülazemet ve kazasker defterine kayıt olurdu. Nöbet sırası geldiği sırada en aşağı derecedeki medreselere müderris olarak atanırdı. Müderris kuvvet veya kabiliyetini gösterecek olursa Sahn-ı Seman medreselerinden birine terfi ederdi. Bu suretle profesör olurdu.
Müderrislerin tayinleri ilk olarak kazaskerlerin padişaha arz etmeleriyle yapılırken, 16. yy ortalarından itibaren tayin görevini şeyhülislam üstlenmiştir. Şeyhülislam durumu sadrazama yazar, sadrazamda bunu padişaha ileterek durumu kabul ettirirdi. Herhangi bir medreseye birden fazla müderris talip olursa aralarında sınav yapılırdı. Bunun için müderrislere bir konu verilir, bu konu hakkındaki düşünceleri dinlenir ve bir risale yazdırılır. Müderrisler derecelerine göre uygun olan bir kadılığa geçebilirdi
ULEMA DEVLET İLİŞKİSİ
Osmanlılar, kanun, hüküm, ferman ve uygulamada dinî anlayışın dışına çıkmamak için kuruluşlarından itibaren İslam fıkhına (hukuk) vâkıf olan ulemaya devlet idaresinde yer vermişlerdir. Osmanlı Devletinin ilk teşkilat yapısını ve kanunlarını oluşturan, ilmiye sınıfıdır. İlmiye sınıfı mensupları sadece hukuk ve eğitim işlerini değil, Fatih dönemine kadar mülkiye hizmetlerini de yürütmüş vezirlik rütbesine kadar yükselebilmişlerdir. İlmiye sınıfı mensupları, hukuk, eğitim ve dinî alanlara tekabül eden bu yöndeki İslami ilkeleri otorite nezdinde sürekli diri tutma çabası içerisinde olmuşlardır Bundan dolayı Osmanlı yönetim organizasyonunda padişahların liderlik vasıfları kadar, büyük âlimlerin, âlimlik vasıfları da çok önemli rol oynamıştır.Ulemanın teminatı olmaksızın hukuki uygulamalar eksik kalacağı gibi, hukukun olmaması durumunda hanedanın meşruiyeti tehlikeye girebilirdi. Devlet-i Âliye meşruiyet sağlamak için hiçbir zaman peygamber soyundan veya onun kabilesinden olmak gibi bir iddiaya sarılmamış ve sadece arada sırada soylu Orta Asya kökenlerine atıf yapmışlardır. Osmanlılar, ortaya koydukları performansta temel referansları İslam olduğu için hanedan olmuşlardır
Osmanlıda dinî teşkilat, devlet otoritesine tabi olmasına rağmen ulemanın devlet işlerine tesiri büyük olmuştur.Teokratik diyebileceğimiz bir yapıya sahiptir.Osmanlı yönetimi bir taraftan bu çerçevede değerlendirilirken, Birçok tarihçi Osmanlı devlet yönetimine "Osmanlı tarzı" kendine has bir yönetim şekli vardır demiş. Osmanlının kendine özgü bu idaresinde medrese kurumunun ciddi bir rolü vardı. Medreseler bütün ulemanın kendini ispat için bir zemin teşkil ediyordu. Buralarda âlimler imanı aydınlatacak ilimlere hâkim olmak için çabalıyor. Bu ilimler gramer (nahiv), sentaks (sarf), Kur an yorumlama (tefsir), İslam hukuku ve usulü (fıkıh), Peygamber'in deyişleri (hadis), mantık ve diyalektik, retorik (belagat) ve skolâstik ilahiyat (kelam) olarak sayılabilir. Medreseler sadece resmi kariyer sisteminin köşe taşları değil, aynı zamanda resmi olarak tasvip almış dini hayatın da birçok bakımdan köşe taşlarıydılar
17. yüzyılda İstanbul'un dinî zihniyeti üzerine ortaya çıkan bir çatışma, imparatorluğu perişan eden genel mali krize eklendi. Bizatihi ulemanın rolü ve krizin derin kökleri - fert fert ulemaya bir etkisi olmadığını kabul etsek bile - ulema hiyerarşisini ister istemez bozulmakta olan Osmanlı düzeninin bir sebebi haline getirdi. Her ne kadar ulema 19. yüzyıla kadar ideolojik dayanakları olan cepheden bir hücuma maruz kalmadıysa da 17. yüzyılın problemli yıllarında tehlikeli bir darbe aldı. 17. yüzyıl içinde yıllar gittikçe ulemanın genel saygınlığı azaldı. Bu çalkantılı yüzyılın hemen hemen bütün layiha yazarları ulemanın yiyiciliğin den yakınıyor.İlmiye kariyerinin görev ve kaynak yönünden erozyona uğramasıyla ulema hem maddi, hem de manevi olarak yoksullaşmıştı. Askeriye ve saray hizmetkârları karşısında kayıpları arttıkça, ulema kavgaya girmek zorunda kalmıştı. Saray görevliyle askeriyenin çok azı, ulemanın ilgilerine ve daha da azı ulemanın eğitimine veya zihnindeki adalet duygusuna sahipti. Başarıya giden yolda eğitime daha az önem verilmesi ve hatta yapmaya değer önemli bir nitelik olarak görülmemesi sonucunda, bir bütün olarak ulema sınıfı statü kaybına uğramış ve bu kayıpla birlikte sonuç alıcı olarak etkili olmaktan uzaklaşmıştır
Ulemanın başı kabul edilen şeyhülislamlık makamını, tam anlamıyla bir devlet dairesi haline getirerek kaza ve eğitim mekanizmasını bu müessesse aracılığıyla kendine bağlayan II. Mehmed, bu makamı merkezi otoritenin icraatını teyit ve tasdik eder duruma indirmiş; bu müessesenin başı olan kişiyi de vezir-i azam vasıtasıyla kendine karşı sorumlu tutmuştur. Böylelikle yönetim felsefesi gereğince dinin koruyucusu ve devletin başı olan padişah, icraatların dine uygunluğunu kendine bağlamış olduğu ve gerektiğinde kullanabileceği azletme mekanizmasıyla kontrol altında tuttuğu şeyhülislam vasıtasıyla her konu hakkında karar verme yetkisine sahip olmuştur. Dolayısıyla bu sınıf, merkezi hükümetin resmi ideolojisini oluşturmak ve topluma yaymak için birer araç işlevi gördüğünden devlet bu sistemin devamı için bu zümrenin yetiştiği eğitim kurumlarına oldukça önem vermiştir. Devlet kendi felsefesini desteklemek üzere kendi eliyle açmış olduğu medreseler yoluyla sistemi sürdürecek bilim adamlarını kendisi yetiştirmiştir. Devlet kendine sadık ve yönetim çarkının mümkün olduğunca düzenli işlemesine yardımcı olacak elemanların yetiştirildiği yerler olarak medreselere kendi kurumu olarak bakmış; burada yetişenlere de devlet memuru gözüyle bakılmasıyla sistem pekişmiştir. Buralarda ders veren müderrislerin de medreseleri daha üst makamlara çıkmak için bir basamak olarak görmesi ile devlet, oluşturmak istediği sistemi tam olarak tesis etmiştir. Diğer taraftan Osmanlı toplumunda bireylerin yükselmesini önleyen bir sistemi olmamakla birlikte devlet, bu sınıfın halka dayanmasını, halk katmanlarına açılmasını engelleyerek kendi içine kapanmasına zemin hazırlamıştır
Ulemada Bozulma ve Islahat Çalışmaları
Kuruluşundan Kanuni dönemine kadar Osmanlı uleması devamlı gelişme kaydetmiştir. Gerek kadılık gerek kazaskerlik gibi kurumlar devlete has bir şekil almıştır. Gelişmenin yanı sıra bu durum bazı zaafların ortaya çıkmasında sebep olmuştur. Yapılan araştırmalara göre tarihçiler 16. yy. ortalarından itibaren Osmanlı ilmiye teşkilatında bozulmaların başladığı konusunda hem fikirdirler. Bu durum dönemin risale yazarları tarafından fark edilmiş ve risalelerinde işlenmiştir. Taşköprüzâde Ahmet Efendi 1540’lı yıllarda medreselerde ulema arasında ilahiyat ve matematik ilimlerine karşı ilginin azaldığını belirtmektedir. 16. yy. ikinci yarısında Gelibolulu Mustafa Ali ulemaya karşı ağır eleştiriler yapmıştır. Mustafa Selaniki, Koçi Bey gibi risale yazarları da bu duruma değinmişlerdir.Rüşvet ve iltimasın ulemaya zarar verdiğini işlemişlerdir. Bunun yanı sıra ulemanın siyasete karışması da bozulma sebeplerindendir. 16. yy. ortalarından bu tarafa medrese programlarından matematik ve felsefe gibi derslerin çıkarılmış bulunması, bilim hayatının gerilemesine ve düşünce hayatının durgunlaşmasına yol açmıştı. Ulema arasında Ebussuud Efendi ayrı tutularak diğerlerinin kayda değer ciddi bir eser vermedikleri, ulema arasında adam kayırma, himaye anlayışının hâkim olduğunu, kazaskerlerin mülazemet usulünün takibinde yolsuzluk yaptıklarını, müderrislikler ve kadılıkların rüşvetle verildiğini belirtmekte, bilhassa ulema ailelerine tanınan imtiyazın zararlarını anlatmaya çalışmışlardır.
18. yy. dan itibaren ulemada ıslah çalışmaları biraz farklı bir yaklaşım ile devam etmiştir. III. Ahmet ve I. Mahmut saltanatların da ilgililere ilmiye ıslahı ile ilgili fermanlar çıkarılmıştır. III. Selim’de her alanda ıslah çalışmaları yaparken ilmiyeye önem vermiştir. Kadılık kurumundaki aksaklıklara ve alınması gereken tedbirlere değinilmiştir.
II. Mahmut ile ulemaya bakış açısının değiştiği bilinmektedir. Bu dönemden sonra ulemaya verilen değer bir kenara bırakılmıştır. Ellerindeki görevler alınmaya başlanmıştır. Zaten 1826’da Evkaf-ı Hümayun nezaretinin kurulması o zamana kadar ulemanın büyük ölçüde yararlandığı vakıf gelirlerinin tamamı devlet bütçesine alınmıştır. Fakat gerek II. Mahmut gerek II. Abdülhamid giriştikleri işlerde uygulamalarının topluma maal edilmesinde ulemadan yararlanmıştır.
Kaynakça
Akto,A.( 2013) Osmanlıda Medrese-İktidar İlişkisi (c. 6 , s.42) , Uluslararası Sosyal Araştırmalar
Dergisi
Erman.A.( 2013) 17. Yüzyılda Osmanlı Uleması ve Hal Fetvaları(c. , s50) Edebiyat Fakültesi
Dergisi
İnalcık H (R.Sezer, Çev.). İstanbul: Yapı Kredi Yayınları. Osmanlı İmparatorluğu Klasik Çağ
(1300- 1600)
İpşirli.M(1999) , “Osmanlı Uleması”, Osmanlı Ansiklopedisi, Yeni Türkiye Yayınları
Uzunçarşılı.H, Büyük Osmanlı Tarihi C. I, TTK Yayınları, Ankara
ÖZDEMİR, Hüseyin (2006). Kılıç, Kalem ve İlim, İstanbul: Yitik Hazine Yay
ZİLFİ, Madeline C. (2008). Osmanlı Uleması, Çev: Mehmet Faruk Özçınar, Ankara: Birleşik Yay.
Yurdaydın H.( 2008). Düşünce ve Bilim Tarihi (1600-1839)” Türkiye Tarihi 3, Cem Yayınevi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum yazarak bize destek olabilirsiniz...